11 Kasım 2015

Üsküp de haftasonu..


Son iki aydır gitme niyetinde olduğumuz Üsküp için nihayet yola çıkıyoruz.
Sofya'dan 1 buçuk saat gittikten sonra sınır kapısından geçemeyince yine hayal kırıklığı oluyor benim için.. Oysa bu sefer sınıra kadar dayanmıştık. 



Aracını ödünç aldığımız arkadaşımız arabanın bütün belgeleri tamam dediği için belgeleri kontrol etme gereği görmemiştik. Üstelik kendisi de sürekli yurtdışına çıktığı için kontrol etme gereği duymamıştık bile. Oysa şehir dışına ve ülke dışına çıkış pulu eksikmiş ve cezası da çok fazlaymış.
Gümrük polisi herhalde bu sabah sağ yanından kalkmış ceza kesmeden pulu tamamlamamız için geri gönderiyor, yolda polis çevirmesi tesadüfen bize geç diyor, şanslıyız. Cezayı yesek moral bozukluğuyla gitmekten de vazgeçerdik. Ne alacağımızı anlamadığımız için araç sahibini arıyoruz ama kendisinin de haberi yok.
Güler misin ağlar mısın? Neyse sonunda Bulgarca bilen birini arayıp durumu anlatıyoruz, pulu alacağımız kişiye neye ihtiyacımız olduğunu tercüme ediyor. 1 buçuk saat rötarla yeniden yola düşüyoruz. sınırı geçince ilk benzinlikte kısa bir mola veriyoruz. Depoyu doldurma zamanı çünkü Avrupa'nın en ucuz benzini burada.. :)  


Evet bu sefer oldu. Merhaba Üsküp. Serin bir Kasım günü, erkenden kararan hava da 4 buçuk gibi buradayız işte. Sadece 1 buçuk günümüz ve görülecek bir çok yerimiz var.. 

Otel seçimimiz şehrin merkezinden, Makedonya meydanına 3-4 dk. yürüme mesafesinde. Şehir güvenli, gündüz gibi aydınlık ve kalabalık.
Gece görülebilecek her yeri yürüyerek gezmek istiyoruz. Meydana çıkınca bir an Türkiye'de gibi hissediyor insan kendini.. Meydana bakan bir bina üzerindeki dev Yahya Kemal tabelası, Türkçe ilanlar, Türkçe sesler derken hepsi bir arada.. Zaten meydandan karşıya geçip old bazaar'a girince kesin Türkiye'deyim diyor insan.. Minyatür bir Türkiye tablosu..
Daha çok Bursa'ya benzetiyoruz şehri..

Meydanlar öyle ışıl ışıl ki büyüsüne kapılmamak mümkün değil. 4-5 yaşındaki yeni heykeller dev gövdeleri ile şehrin yüzölçümünü küçültmüşler adeta. Öyle büyükler ki insan ne gerek var bu kadar şahşahaya demeden edemiyor. Biraz abartılı bulsak da gecenin karanlığını cüsseleriyle yarıp güç gösterisi yapıyorlar adeta. 

Sonbaharın yaprak döktüğü, soğuğun içimizi ürperttiği Kasın günü ilk defa 10 derecenin altında seyahat ediyoruz. Hava giyinip bürünüp gezmek için bence güzel ama 4 de kararmaya başlaması biraz sinir bozucu. Şehir pırıl pırıl  aydınlatılmış olmasa gezmek zor olabilirdi..  Güvenlik problemi yok, hafta sonları 1, 2'ye kadar rahatça gezebilirsiniz diye boşa dememişler. Vakit geçtikçe sokaklar daha da canlanıyor.
Türk çarşısı dışında merkezdeki bir çok yeri gece gözüyle gezip görüyoruz. Çarşı ise restoran ve cafeler hariç uykuya dalmış gibi, sessiz ve ıssız, bir kaç sokağa girip çıktıktan sonra ürküyoruz ve gündüz gözüyle yeniden görmek için yarına bırakıyoruz. 

Şehrin en aydınlık merkezinin bir kısmı hala inşaat halinde. Şehri sanki Avrupa Birliği'ne hazırlıyorlarmış gibi yoğun bir makyajlama olmuş son yıllarda.
Devasa heykellerde bu işin bir parçası.. Benim için üzücü kısmı ise bunca gösteriş içinde Mimar Sinan'ın yaptığı Taş Köprü'nün yeterince aydınlatılmaması ve gecenin içinde kaybolup gitmesi..

Makedonya genel olarak ucuz bir ülke aslında. Yeme, içme, alışveriş ucuz olsa da aynı oranda otel bulmak pek mümkün değil. Otelden çok apart var şehirde.  
Otoyollarını ise pek anlayamadık. Büyük kısmı otaban, konforlu da sayılır fakat hem girişte hem çıkışta 2 defa ücretlendirmişler. Otoban içindeki bağlantılara yeniden ödeme yapıp iki iş yapmışlar kendilerine. 

Nüfusun yarısı müslüman, %7-8 civarıda Türk'müş. Şehrin Türk tarafı daha bakımsız ve atılken, ortodoks tarafı daha bakımlı, makyajlı ve aydınlık. Kendimizi Türkiye de hissedecek kadar çok cami var şehirde. Ve hiç Makedonca, ingilizce bilmeden gezmenize yardımcı olacak kadar Türk. 

Akşam yemeği için ilk gün rio köfteyi tercih ediyoruz. Sebebi esnaf önerisi olması.Köftenin lastik kıvamlı olduğunu tahmin edemeden, açlığın vermiş oldğu aç gözlülükle normal, kaşar ve kaymaklı porsiyonlarından sipariş edip bi güzel gömüyoruz.
Hiç abartmıyorum üstüne 1 litre soda, 1 litrede su içtim. İçim yandıkça yandı. Acaba mekanın köftesini iyi değil yarın da meşhur Destan restoran da yiyelim dedik ama daha sıcak olması dışında sonuç değişmedi. Üstelik Destan'da garsonların yaptığı 'zıkkımlanın da gidin' muamelesindense Rio'yu tercih bile ederim..  
yemekten sonra tabii kiBalkanların olmazsa olması trileçe yiyoruz. Porsiyonu 2 lira gibi satılan trileçe hem son zamanlarda Türkiye'de meşhur olduğu fiyatının 4'te 1'i hem de çok daha lezzetli. Köftesi değil ama tatlısı harika gerçekten.  


Makedonya meydandaki dev heykellerden birinin yanında bulunan Pelister Cafe dikkatimizi çekiyor  gece yürüyüşünde. Ferforjeli tavanı, sıcak ve rahat tablosu içeriye buyur diyor..
Kahvesine ve tatlılarına bayılıyoruz, hatta Üsküp'te içtiğimiz en iyi kahve oluyor.. Yolunuz düşerse siz de mutlaka uğrayın, pişman olmazsınız..

Sanat köprüsünden panaromik bir kare..

Makedonya Arkeoloji Müzesi


İkinci gün erkenden Matka Kanyonu'ndayız. 
Aslında kanyona gitmeye orada karar veriyoruz. yol yarım saat olunca şehirde gezmekten daha farklı bir deneyim gibi geliyor. Puslu günlerde kanyon içinde tekne turu olmama riskini göze alarak çıkıyoruz yola, şansımıza şehir puslu iken kanyon da berrak bir gün..

Burası bir doğa harikası.. Sonbaharın her tonunun Treska nehrindeki yansıması, suyun üstündeki yaprakların dansı, teknenin beyaz ve nazlı köpükleri ile uzun süre ilerliyoruz nehir üstünde.. Hayranlıkla bakıyoruz her noktasına.. nehrin sonunda küçük bir mağaraya giriyoruz ve içeride ilk defa yarasa görüyorum..
Dönüş yolu yine hayranlık, romantizm ve üşüme :))  tur kişi başı 400 dinar, tekneye grup ile binilirse fiyat 300 Dinar'a düşüyormuş. Ulaşım Saray'dan otobüs ile, taksi ile 1500 dirhemmiş.

sanırım kendimi fiyortlarda hissettim :0
Mağaradan bir kare..
İkinci günün ikinci durağı Tetova'daki (Kalkandelen) Alaca Cami.

Son durağımız ise Kale. Şehir puslu olduğu için teleferiğe çıkmayı tercih etmesek de Kale'den şehre bakmayı ihmal etmiyoruz. Fotoğraftan da anlaşılacağı üzere pustan şehir sadece silüet gibi görünüyor.
Ve hava yeniden kararmaya başlıyor, bize yol görünüyor.
gündüz gözü ile..

Zaman olsa gönül isterdi ki Ohrid'e doğru gidelim..
Puslu bir gün olmasa teleferik ile şehri yukardan da görelim..
Şehirde daha çok yürüyüp hanları hamamları da gezelim..
Olmadı, zaman yetmedi.. Biz de dedik ki şimdilik hoşça kal, sonra yeniden görüşelim..

1 yorum:

  1. Kisisel is baslatmak için bir kredi gerekiyor ?.
    faturanizi ödemek için bir kredi gerekiyor mu?

    Simdi kredi.teklif@gmail.com bize hemen kredi transferi ile devam etkinlestirmek için: Eger ilgileniyorsaniz lütfen bu e-postayi basvurun. Ayrica bu e-postaya burada bize ulasabilirsiniz: (finance_institute2015@outlook.com) Eger ilgileniyorsaniz dolgu ve bu bilgileri dönerseniz biz,% 2 faizle kredi veriyor.

    YanıtlaSil